Armut deyip geçmeyin,
Onun ilk hecesi çoğu kişide yoktur...
29 Nisan 2012 Pazar
23 Nisan 2012 Pazartesi
21 Nisan 2012 Cumartesi
“Kalite”, tutarlı insan, bilinçli yaşam demektir. “Kaliteli yaşam” paranın elde
ettikleriyle sağlanamaz. “Kaliteli yaşam”, duyguların açıklanmasının kalitesi
demektir. “Kaliteli yaşam”, düşüncelerin kalitesi demektir. Düşünebilmek,
düşüncelerini geliştirebilmek, düşüncelerini paylaşabilmek, düşüncelerini
savunabilmek demektir. “Kaliteli yaşam”, kendi hayatını yönetebilmek demektir.
Kendi iradesiyle, kendi seçimiyle, kendi yönlendirmesiyle yaşamı başarmak
demektir.
Eflatuna Sormuşlar;
İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler;Ama sağlıklarını almak içinde para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünlerini unuturlar.
Sonuçta,ne bugünü,ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler .
İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir?
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler.Ne var ki çocukluklarını özlerler.
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler;Ama sağlıklarını almak içinde para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünlerini unuturlar.
Sonuçta,ne bugünü,ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar.Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler .
20 Nisan 2012 Cuma
MEVLANA "Üzülme" der Hz. Mevlana ve devam eder; "Bir yandan korku, bir yandan
ümidin varsa iki kanatlı olursun, Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime
vuranın gayesi kilimi dövmek değil, Kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı
vermekle tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe
parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze
almalıdır." *İnsanda güzel olan yüzdür, yüzde güzel olan gözdür ama insanı insan
yapan ağızdan çıkan sözdür.
15 Nisan 2012 Pazar
14 Nisan 2012 Cumartesi
Dünyaya meydan okuyan Lider.
Yıl 1928 : Türkiye Cumhuriyeti henüz 5 yaşında. Dünyaya meydan okuyan bir lider. Yeni Türkiye Cumhuriyetini saygın bir devlet olarak kabul ettirmesinin haklı duruşunu yaşıyor o anda. Çünkü bu masadakiler O"nun ve Türkiye"nin gücü karşısında saygı duymaktan başka bir şey yapamayan dünya liderleri. Bu masada, Yani Mustafa Kemal Atatürk"ün masasında o anda tam 32 kral ve 62 cumhurbaşkanı var.
Yıl 1928 : Türkiye Cumhuriyeti henüz 5 yaşında. Dünyaya meydan okuyan bir lider. Yeni Türkiye Cumhuriyetini saygın bir devlet olarak kabul ettirmesinin haklı duruşunu yaşıyor o anda. Çünkü bu masadakiler O"nun ve Türkiye"nin gücü karşısında saygı duymaktan başka bir şey yapamayan dünya liderleri. Bu masada, Yani Mustafa Kemal Atatürk"ün masasında o anda tam 32 kral ve 62 cumhurbaşkanı var.
13 Nisan 2012 Cuma
11 Nisan 2012 Çarşamba
Kendinizi başkasına anlatmayın..
Sizi sevenin buna ihtiyacı yoktur.
Sevmeyen de inanmayacaktır zaten…
Onun hayatında bir seçeneksen,
Onun senin bir önceliğin olmasına izin verme.
İlişkiler en iyi dengeli olduğunda yürür…
Uyandığında iki seçeneğin var…
Tekrar uyuyup bir rüya görmek, ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak…
Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız…
Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz…
Garip ama gerçek…
Bir kez bunu anlasak değişmek için hiçbir şey geç değil…
Mutluyken söz, üzgünsen cevap, öfkeliysen karar verme…
Zaman nehir gibidir…
Aynı suda iki kez yıkanılmaz…
An’ı yaşa, geçen su bir daha gelmez…
Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın…
Hep zamanının olmadığnı söylersen, hiç zamanın olamaz…
Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez…“
Jake Baddeley
Sizi sevenin buna ihtiyacı yoktur.
Sevmeyen de inanmayacaktır zaten…
Onun hayatında bir seçeneksen,
Onun senin bir önceliğin olmasına izin verme.
İlişkiler en iyi dengeli olduğunda yürür…
Uyandığında iki seçeneğin var…
Tekrar uyuyup bir rüya görmek, ya da uyanıp rüyanın peşinde koşmak…
Bize değer verenleri ağlatır, vermeyenler için ağlarız…
Bizim için hiç ağlamayacaklara değer veririz…
Garip ama gerçek…
Bir kez bunu anlasak değişmek için hiçbir şey geç değil…
Mutluyken söz, üzgünsen cevap, öfkeliysen karar verme…
Zaman nehir gibidir…
Aynı suda iki kez yıkanılmaz…
An’ı yaşa, geçen su bir daha gelmez…
Hep meşgulsen, hiç müsait olamazsın…
Hep zamanının olmadığnı söylersen, hiç zamanın olamaz…
Hep “yarın yapacağım” dersen, yarın hiç gelmez…“
Jake Baddeley
10 Nisan 2012 Salı
5 Nisan 2012 Perşembe
Atatürk"ün Yaveri Muzaffer Kılıç anlatıyor;
]
] Bir gün Atatürk"le beraber Abidinpaşa"dan gelip Samanpazarı
] yoluyla Ulus"a
] geçiyorduk.
] Samanpazarı"nda Kitapçı Ali
] Efendinin dükkanının kepenklerinde, enfes bir halı
] asılmış
] duruyordu. Atatürk arabayı
] durdurdu, indik.
] Kitapçı, Ata"yı görünce, buyurun
] Paşam diyerek
] heyecanla bir emri olup olmadığını sordu.
] Paşa bu halıyı çok güzel
] bulduğunu söyledi.
] Kitapçı;
] - "Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı
] olmuş, satılması için bana
] bıraktılar" dedi.
] Atatürk,
] böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı
] sahibinin
] nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler.
] Kitapçı;
] - "Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini
] özellikle rica ettiler,
] izninizle adını söylemeyeyim"
] dedi.
] Atatürk daha çok merak edip;
] - "Çocuk, belki
] halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu
] öğrenmek
] isteriz" dediler.
] Kitapçı;
] - "Paşam 40 lira
] istemişlerdi " deyip yine halı sahibinin ismini
] vermedi.
] Atatürk ısrar edince de, kitapçı istemeyerek
] ve sıkılarak;
] - "Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam "
] dedi.
] Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya
] milletvekili olarak
] Mecliste görev yapıyordu. Kapısı
] herkese daima açık, cömert, gayet güzel
] konuşan, Mevlevi
] kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü
] sözü
] doğru bir kişiydi.
] Atatürk, bu cevabı alınca çok
] duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira
] bırakmamı
] emretti.
] Hemen parayı bıraktım.
] Atatürk, Abdülhalim Efendi"nin kişiliğinden övgüyle
] bahsederek;
] - "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak
] kadar parasız kalıyor ama,
] kapısını kimseye kapamıyor"
] diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
]
] -
] "Halıyı alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi"nin
] evine
] yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de
] kendilerine bir kahve içmek
] için geleceğimizi
] söyleyiniz" dediler.
]
] Aynı akşam Abdülhalim Efendi"nin evine gittik.
] Kendisi bizi avlu kapısında
] karşıladı.
] Eve girince
] baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu.
] Mütevazı
] evinde minderlere oturuldu, kahveler
] içildi.
] Abdülhalim Efendi;
]
] - "Paşam halıyı
] almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade
] ederseniz,
] arabanıza koyduralım." dedi.
] Atatürk de;
] -
] "Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada
] sana kahve
] içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz."
] diyerek halıyı açtırdılar
] ve odaya
] serdirdiler.
]
] Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken
] Abdülhalim Efendi yine bizi
] kapıya kadar uğurlayarak;
] -
] "Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı." derken Atatürk
] sözünü keserek
] mütebessim;
]
] - "Abdülhalim Efendi, onu
] sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu
] burada görmek
] ve üzerinde oturmak isteriz." diyerek veda edip
] ayrıldılar.
]
] Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi
] Efendi"ye, kitapçıya bile belli etmemeye
] çalışarak ihtiyacı
] olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
]
] Bu
] ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci
] liderin, en az
] bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını
] anlatmasının yanı sıra, onun,
] gerçek dindar ve üstelik bir
] tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını
] göstermesi
] bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
] Abdülhalim Efendi,
] Atatürk ölünce halıyı Konya Mevlânâ Müzesine
] armağan
] etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi de bu
] asil davranışı kötüye
] kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip
] layık olduğu yere armağan etmiştir.
]
] Ayrıca; Herkese
] açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir
] tarikat
] ehlinin, dini siyasete alet ederek para,
] mevki ve güce ulaşan, yurt içinde
] ve dışında saf ve
] eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk
] mal
] varlıklarının sahibi olup sefa süren, günümüz din ve
] tarikat
] bezirganlarından farklılığını da ortaya
] koyuyor.
]
] Tabii anlamaktan yana nasibi olanlara
] !
]
] Alıntı : Atatürkten Hiç Yayınlanmamış Anılar /
] Prof.Yurdakul Yurdakul
]
] Bir gün Atatürk"le beraber Abidinpaşa"dan gelip Samanpazarı
] yoluyla Ulus"a
] geçiyorduk.
] Samanpazarı"nda Kitapçı Ali
] Efendinin dükkanının kepenklerinde, enfes bir halı
] asılmış
] duruyordu. Atatürk arabayı
] durdurdu, indik.
] Kitapçı, Ata"yı görünce, buyurun
] Paşam diyerek
] heyecanla bir emri olup olmadığını sordu.
] Paşa bu halıyı çok güzel
] bulduğunu söyledi.
] Kitapçı;
] - "Paşam, bu halı bir müşterimin. Paraya ihtiyacı
] olmuş, satılması için bana
] bıraktılar" dedi.
] Atatürk,
] böyle güzel bir halının çok kıymetli olduğunu, bunu halı
] sahibinin
] nereden almış olabileceğini öğrenmek istediler.
] Kitapçı;
] - "Paşam, emanet koyan isminin söylenmemesini
] özellikle rica ettiler,
] izninizle adını söylemeyeyim"
] dedi.
] Atatürk daha çok merak edip;
] - "Çocuk, belki
] halıyı almak isteyeceğiz. Kimin ve kaça olduğunu
] öğrenmek
] isteriz" dediler.
] Kitapçı;
] - "Paşam 40 lira
] istemişlerdi " deyip yine halı sahibinin ismini
] vermedi.
] Atatürk ısrar edince de, kitapçı istemeyerek
] ve sıkılarak;
] - "Abdülhalim Çelebi Hazretlerinin Paşam "
] dedi.
] Abdülhalim Efendi, Mevlana sülalesinden gelmiş, Konya
] milletvekili olarak
] Mecliste görev yapıyordu. Kapısı
] herkese daima açık, cömert, gayet güzel
] konuşan, Mevlevi
] kalpağı ile gezen, akıllı, sevimli, hoş sohbet, özü
] sözü
] doğru bir kişiydi.
] Atatürk, bu cevabı alınca çok
] duygulandı ve bana dönerek dükkana 40 lira
] bırakmamı
] emretti.
] Hemen parayı bıraktım.
] Atatürk, Abdülhalim Efendi"nin kişiliğinden övgüyle
] bahsederek;
] - "Abdülhalim Efendi, evde halısını satacak
] kadar parasız kalıyor ama,
] kapısını kimseye kapamıyor"
] diyerek onu övdü. Sonra da kitapçıya dönerek;
]
] -
] "Halıyı alıyoruz. Fakat halıyı Abdülhalim Efendi"nin
] evine
] yollayınız, biz oradan aldırırız. Akşamüzeri de
] kendilerine bir kahve içmek
] için geleceğimizi
] söyleyiniz" dediler.
]
] Aynı akşam Abdülhalim Efendi"nin evine gittik.
] Kendisi bizi avlu kapısında
] karşıladı.
] Eve girince
] baktım halı, kapı arkasında paketli olarak duruyordu.
] Mütevazı
] evinde minderlere oturuldu, kahveler
] içildi.
] Abdülhalim Efendi;
]
] - "Paşam halıyı
] almışsınız. Fakat halı evime geri geldi. Müsaade
] ederseniz,
] arabanıza koyduralım." dedi.
] Atatürk de;
] -
] "Abdülhalim Efendi halı yine bizim olsun. Biz arada sırada
] sana kahve
] içmeye geldikçe onun üzerinde kahvemizi içeriz."
] diyerek halıyı açtırdılar
] ve odaya
] serdirdiler.
]
] Kahveler içildi ve sohbet edildi. Giderken
] Abdülhalim Efendi yine bizi
] kapıya kadar uğurlayarak;
] -
] "Paşam eğer müsaadeniz olursa halıyı." derken Atatürk
] sözünü keserek
] mütebessim;
]
] - "Abdülhalim Efendi, onu
] sana emaneten bırakıyoruz. Her gelmemizde onu
] burada görmek
] ve üzerinde oturmak isteriz." diyerek veda edip
] ayrıldılar.
]
] Böylece Atatürk, Abdülhalim Çelebi
] Efendi"ye, kitapçıya bile belli etmemeye
] çalışarak ihtiyacı
] olan yardımı yapmış, fakat halıyı almamışlardı.
]
] Bu
] ibret verici anı; O büyük asker, devlet adamı ve devrimci
] liderin, en az
] bu nitelikleri kadar büyük olan insanlığını
] anlatmasının yanı sıra, onun,
] gerçek dindar ve üstelik bir
] tarikat mensubu olan Çelebiye saygısını
] göstermesi
] bakımından da ayrı bir önem taşıyor.
] Abdülhalim Efendi,
] Atatürk ölünce halıyı Konya Mevlânâ Müzesine
] armağan
] etmiştir. Görülüyor ki, Abdülhalim Efendi de bu
] asil davranışı kötüye
] kullanmamış ve halıyı sahiplenmeyip
] layık olduğu yere armağan etmiştir.
]
] Ayrıca; Herkese
] açık sofrasını sürdürebilmek için halısını satan bir
] tarikat
] ehlinin, dini siyasete alet ederek para,
] mevki ve güce ulaşan, yurt içinde
] ve dışında saf ve
] eğitimsiz vatandaşları sömürerek trilyonluk
] mal
] varlıklarının sahibi olup sefa süren, günümüz din ve
] tarikat
] bezirganlarından farklılığını da ortaya
] koyuyor.
]
] Tabii anlamaktan yana nasibi olanlara
] !
]
] Alıntı : Atatürkten Hiç Yayınlanmamış Anılar /
] Prof.Yurdakul Yurdakul
Daha cesurum artık..
Keske Dememek İçin Çabalamıyorum..
İçimde Büyütmüyorum Hiçbirşeyi.
Ve Kimseye,
Hiç Hayatımdan Çıkmayacakmış Gibi Davranmıyorum..
... Gitmek İsteyene Bir Yolda Ben Çiziyorum..
Çok Umursamıyorum Ve Çok Anlam Yüklemiyorum Hiç Birşeye
Giderken"Benle" Başlayan Cümleleri Dinlemiyorum Bile..
Sadece Tek Bir Cümle Söylüyorum..neyse!..
Keske Dememek İçin Çabalamıyorum..
İçimde Büyütmüyorum Hiçbirşeyi.
Ve Kimseye,
Hiç Hayatımdan Çıkmayacakmış Gibi Davranmıyorum..
... Gitmek İsteyene Bir Yolda Ben Çiziyorum..
Çok Umursamıyorum Ve Çok Anlam Yüklemiyorum Hiç Birşeye
Giderken"Benle" Başlayan Cümleleri Dinlemiyorum Bile..
Sadece Tek Bir Cümle Söylüyorum..neyse!..
Kara kedi geçmesi niçin uğursuzluk getirir?
Dünya tarihinde kedilerden başka, önce tanrılaştırılan, sonra şeytanla özdeşleştirilip soykırımına uğrayan, sonra da tekrar evin baş köşesine yerleştirilen hiçbir canlı türü yoktur.
Bir insanın önünden siyah renkli bir kedi geçmesinin uğursuzluk getireceğine ilişkin inancın kaynağının milattan önce 3000'li yıllara, eski Mısırlılara dayandığı biliniyor. O devirde kediler kutsal bir canlı olarak görülüyordu. Hatta siyah dişi kedilerin tanrıça olarak kabul edildikleri kazı çalışmaları sonucu çıkan duvar kabartmalarından anlaşılmaktadır.
Kedilerin Mısırlıları bu kadar etkilemesinin sebebinin çok yüksek yerden düştükleri zaman bile yara almadan kurtulmaları olduğu sanılıyor. Kedinin dokuz canlı olduğu inancı o zamanlarda gelişmiştir.
Medeniyetler geliştikçe insanlarda kedi sevgisi de arttı, Hindistan'da, Çin'de kediler insana en yakın hayvan oldular. O devirlerde, bugünkü inanışın aksine kedinin birisinin önünden geçmesi o kişi için şans demekti.
Kedilerden, özellikle siyah kedilerden nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsü ile ortaçağda, İngiltere'de başladı. Bağımsız, bildiğini yapan, "inatçı" ve "sinsi" karakteri, sayılarının da şehirlerde aşırı artması ile birleşince, kediler gözden düştü.
O yıllarda evinde kedi besleyenler yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlardı. Yine o yıllar büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa'da histeriye dönüştüğü yıllardı. Siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına dair kampanyalar başlatıldı. Siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştükleri konusunda korku dolu halk hikayeleri üretildi.
Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisi ile birlikte yakıldı. Fransa'da kral 13. Louis bu uygulamayı yasaklayana kadar her ay binlerce kedi yakıldı. Sonra da kedilerin popülaritesi tekrar yükselerek arttı. Boşuna dememişler kediler dokuz canlıdır diye.
13 sayısı niçin uğursuzdur?
13 sayısının uğursuz olduğuna ilişkin inanç dünyada o kadar yaygındır ki, yaşamı birçok yönde ciddi olarak etkilemektedir. Bazı ülkelerde evlerin kapılarına 13 numarası verilmez, uçaklarda 13. koltuk sırası yoktur, apartmanlarda, otellerde 13. kat ya 12A'dır ya da 14'tür. 13 numaralı oda yoktur. Olsa bile insanlar o odada kalmak istemezler. Hatta ayın 13'ünde işe gelmeme, uçak ve tren rezervasyonlarının iptali, alışverişin düşmesi ve benzeri davranışların ABD'ye günde milyonlarca dolara mal olduğu söylenmektedir. Bu inanç bir fobi yani bir çeşit korku hastalığı olarak kabul edilmiş olup adı 'triskaidekaphobia'dır.
Genel olarak bu inancın, Hz. İsa'nın meşhur son yemeğindeki havarilerin sayısından kaynaklandığı sanılsa da, kökü çok daha eskilere mitolojik tanrıların yaşadığına inanılan çağlara, İskandinavya topraklarına kadar gider.
O zamanlarda ışık ve güzellik tanrısı Balder bir ziyafet verir. Balder Vikking'lerin meşhur tanrısı Odin ile Frigga'nın oğulları olup, ay kraliçesi Nanna'nın da eşidir. Bu ziyafete 12 kişi davetli iken, yalanların ve hilelerin tanrısı Loki, davetli olmadığı halde, zorla 13. kişi olarak katılmak ister. Ancak bu arada çıkan tartışmada, Loki diğer tanrılar tarafından da çok sevilen Balder'i öldürür.
Bu mitolojik hikaye ve inanış İskandinavya'dan Avrupa'nın güneyine kadar yayılır. Hıristiyan din adamları bu halk masalını kullanırlar ve Hz. İsa'nın son yemeğine uygularlar. Hıristiyan versiyonunda Balder'in yerini Hz. İsa, Loki'nin yerini de hain Judas alır. Bu yemekten sonra 24 saat içinde de Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülür. Bu nedenle Hıristiyanlarda akşam yemeğinde 13 kişi bir araya gelirse bunlardan birinin başına bir felaket geleceğine inanılır.
Bu inanışlara göre 13 sayısı uğursuzdur ama ayın cumaya rastlayan 13. günü hepten uğursuzdur. Ancak böyle bir günde doğmuşsanız tam tersi, yani 13 sizin uğurlu gününüzdür.
Cuma gününün uğursuz sayılmasına Havva anamızın Adem babamıza elmayı cuma günü yedirtip cennetten kovulmasına sebep olması, Hz. Nuh zamanındaki büyük selin cuma günü olması, Hz. İsa'nın cuma günü çarmıha gerilmesi gibi olaylardan biri veya hepsi neden olmuş olabilir. Müslümanlar ise Hz. Adem'in cuma günü yaratıldığına inandıklarından bu güne diğer günlerden daha çok değer verirler.
13 sayısının uğursuzluğuna duyulan inancın kökeninde bir yıl içinde ayın 13 kez dolunay olarak gözükmesinin yattığını söyleyenler de vardır.
Tamer Korugan
__________________________________________________________________
Ata neden soldan binilir?
Diğer birçok alışkanlıkta olduğu gibi, bunun da sebebi, insanların çoğunun sağ ellerini kullanıyor olmalarıdır. Asırlar önce, daha çok sağ ellerini kullanan insanlar, kılıçlarını kolay çekebilmeleri için, kılıçlarını kınlarında, sol taraflarında taşıyorlardı.
Ata binerken, sol dizin altına kadar inen bu uzun kılıçla ata sağdan binmek, yani sağ ayağı üzengiye koyup, sol ayağı atın üzerine atarak binmek kılıç nedeni ile zor oluyordu.
Soldan, sol ayağı üzengi üzerine koyup, sağ ayağı atın üzerine atarak binince kılıç sorun yaratmıyordu. Özellikle savaşa giden ordularda disiplin nedeni ile bir örnek hareket edilmesi gerektiğinden, solaklar da ata soldan binmek zorunda kalıyorlardı.
Artık biniciler kılıç taşımıyorlarsa da, ata soldan binmek günümüze kadar uzanan bir gelenek haline geldi.
Günümüzde üniformalar niçin haki renkte?
Napolyon savaşlarına kadar, askeri üniformalar çok renkli ve gösterişli idi. Ancak savaş teknolojisi geliştikçe bunun da bazı sakıncaları ortaya çıkmaya başladı. Kılıç ve kalkanla yapılan savaşlarda gösterişli üniformalar düşmanda moral bozukluğu yaratıyordu ama ateşli silahlar bulununca, bu parlak ve renkli giysiler uzaktan iyi bir hedef olmaya başladı. Bugün askerler savaşa en uygun sadelikte giyinerek giderler ve sadece gerekli teçhizatı taşırlar.
Üniformalardaki haki renk ise ilk kez İngilizler tarafından 1850'li yıllarda Hindistan'da kullanılmaya başlanmıştır. Britanya ordusundan Hary Lumsden İngiliz askerlerinin beyaz üniformaları nedeni ile kolay hedef olduklarını fark edince, üniformaların üzerine toz ve çamur sürerek ve biraz da çay ile boyayarak renklerini gölgeli kahverengine dönüştürmüş ve giysilerin rengini araziye uydurmaya çalışmıştır. Toprak rengine benzeyen bu üniformalara Hintçe toprak rengi anlamına gelen 'Khaki' adı verilmiş ve Türkçe'ye de 'haki' olarak geçmiştir.
Khaki 20. yüzyılın başlarında günün standartlarına göre değiştirildi. Bu model Amerikan özel timleri tarafından tehlikeli görevlerde kullanılmaya başlanıldı. Birinci Dünya Savaşı'nda da kullanılan bu renkteki kumaşlar çok sert oldukları için askerlerin hareket kabiliyetlerini azaltıyor ve ıslandıkça daralıyorlardı. 1932 yılında pamuktan üretilen 'cramerton' ordu elbisesi dayanıklı olması ve içinde kolayca hareket edilebilmesi açısından İkinci Dünya Savaşı'nda ordunun kullandığı en yaygın arazi elbisesi haline geldi.
Bir sonraki aşama ise askerlerin düşman tarafından görülmemesini sağlayacak kadar araziye uygun ama aynı zamanda aynı tarafın askerlerinin birbirlerini vurmamasını sağlayacak şekilde ayırt edilebilir kumaş renk ve desenini yaratmaktı.
Aslında kamuflaja ilk olarak askerler tarafından değil, hayvanların kendilerini fark etmelerini önlemek için avcılar tarafından başvurulmuştu. Kamuflaj desenlerini yaratabilmek için İngiliz ve Fransız orduları ressamlarla işbirliği yapmıştır. Hatta Picasso'nun ordu giysilerini görünce, 'Bunlar benim desenlerim' diye bağırdığı bile rivayet edilir.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)