İsmimi biliyorsun,
hikayemi değil...
Yaptıklarımı duydun
yaşadıklarımı değil...
Tupac Shakur
29 Aralık 2012 Cumartesi
22 Aralık 2012 Cumartesi
7 Aralık 2012 Cuma
Toprak bir gün aynaya dedi ki ,
“ey ayna! İmreniyorum sana! Çünkü kim sana baksa, kendini görür; bana bakanlar ise, sadece beni görür!”
Ayna toprağa şöyle cevap verdi:
...“Ey kara toprak, ne beyhude bir dert ile dertlenmişsin Bilmiyor musun? Ben bana bakanların bugününü gösteririm Oysa sen, sana bakanların yarınından haber verirsin
Bu cevap, toprağın beğenisine gitse de, tekrar dedi:
“Belli ki içimi rahatlatmak içindir sözlerin Söyler misin bana, sana bakanlar, hiç dönüp bakar mı bana?”
Ve ayna toprağa acı bir gülümseyişle şunları söyledi:
“Merak etme! Bana bakacak yüzü kalmayanların gözü, hep sana döner!”
27 Kasım 2012 Salı
25 Kasım 2012 Pazar
10 Kasım 2012 Cumartesi
ATATÜRK demiş'ki
Benim kuvvetim olduğumu söylüyorlar. Evet bu doğrudur.
Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır.
Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları!
Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz...
Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.
Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa,
biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim
Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur.
Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem.
Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay"ı alacağım.
Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem.
Yenilirsem bir dakika yaşayamam
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim.
Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım.
Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder.
Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim
Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur:
Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemehal mağlup eder,
iki mislini durdurur ve tespit eder.
Zafer, zafer benimdir diyebilenin,
muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.
Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek,
yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Beni görmek demek ille de yüzümü görmek değildir.
Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız beni görüyorsunuz demektir.
Benim isteyip de yapamayacağım bir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmesini bilmem. Ben kalpleri kırarak değil kazanarak hükmetmek isterim.
Millete efendilik yoktur. Ona hizmet etmek vardır.
Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.
Bu ulusu ben değil içimizdeki ruh, damarımızdaki kan kurtarmıştır.
Sizler, yani yeni Türkiye'nin genç evlatları!
Yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz...
Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar.
Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir.
Memleketin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa,
biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız.
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk Milletine canımı vereceğim
Ben toprak büyütme meraklısı değilim. Barış bozma alışkanlığım yoktur.
Ancak sözleşmeye dayanan hakkimizin isteyicisiyim. Onu almazsam edemem.
Büyük meclisin kürsüsünden milletime söz verdim. Hatay"ı alacağım.
Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem milletimin huzuruna çıkamam. Yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, Yenilmem.
Yenilirsem bir dakika yaşayamam
Ben düşündüklerimi, sevdiklerime olduğu gibi söylerim.
Aynı zamanda lüzumlu olmayan bir sözü kalbimde taşımak iktidarında olmayan bir adamım.
Çünkü ben bir halk adamıyım. Ben düşündüklerimi daima halkın huzurunda söylemeliyim. Yanlışım varsa, halk beni tekzip eder.
Fakat şimdiye kadar bu açık konuşmada halkın beni tekzip ettiğini görmedim
Benim için ordumuzun kıymetini ifadede ölçü şudur:
Türk ordusunun bir kıtası muadilinin behemehal mağlup eder,
iki mislini durdurur ve tespit eder.
Zafer, zafer benimdir diyebilenin,
muvaffakiyet, muvaffak olacağım diye başlayanın ve muvaffak oldum diyebilenindir.
Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz.
Benim sizden istediğim şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman da, durmadan yürümek,
yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir.
Beni görmek demek ille de yüzümü görmek değildir.
Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız beni görüyorsunuz demektir.
ßeni Tanımakmı İstiyorsun? O Halde İyi Dinle. ßen diye ßaşlayan Cümlelerden Nefret Ederim. Çünkü Kendini anlatan İnsan ßoş İnsandır. ßizi eskiler tanır, Yeniler Örnek Alır. Kimseye ßenzetme. Kimseye ßenzemem. Kimsenin Hakkında Konuşma Yol Veririm. Herkese Adalet Ve Saygıyla Davranırım.Kimsenin Hakkını Yemem. Kimseyi Kimseye Ezdirmem. Daima Güçlünün Değil Haklı Olanın Yanında Olurum. Dost Dersen Orada Ölürüm. Aşk Dersen Sevdiğimin ßir Damla Göz Yaşına Dünyayı Yıkarım. Para Dersen Peşinden Koşmam. Koşanında Yanında Olmam. İşte ßen ßuyum Kimine Göre Kral Kimine Göre Yalanım. Siz Ayık Olun. ßen Adamına Göre Adamım. Zor ßir Yoldur ßenim Yolum İsteyen Karşımda Olur, İsteyen Adam Olup Yanımda Yer ßulur.
4 Kasım 2012 Pazar
1 Kasım 2012 Perşembe
21 Ekim 2012 Pazar
13 Ekim 2012 Cumartesi
9 Ekim 2012 Salı
6 Ekim 2012 Cumartesi
18 Eylül 2012 Salı
İçki Kadehi ,
İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar? Bu konuda daha güncel ve romantik bir hikaye var. Biliyorsunuz insanda beş ana duyu var: Dokunma, görme, koklama, tat alma ve işitme. Yemeğe gidilen bir restoranda şarap ısmarlanırsa, garson şarabı getirdikten sonra bardağa bir parmak koyar ve kontrol etmesi için doğrudan erkeğe uzatır. Hiç bir kadının da itiraz etmediği bu durum gerçekten anlaşılmazdır. Çünkü dünyadaki aroma ve tat alma uzmanlarının çoğu kadındır. Neyse biz gelelim restorana... Kadehin soğuk temasıyla dokunma duyusu tatmin edildikten sonra kadeh havalı bir şekilde göz hizasına kadar kaldırılıp şarabın rengine bakılır. Görme duyusu kontrolünden sonra kadeh burun hizasından bir sağa bir sola gezdirilerek koklanır. Minik bir yudum alarak tadını da algıladınız. Zaten şaraptan pek anlamıyorsunuz. Garsonun da mantarını açtığı şarabı kendisi içmezse başka birine verecek hali yok. Mecburen 'mükemmel' diyorsunuz. Ama hala bir duyu kaldı, işitme duyusu. İşte o duyuyu da kadehleri tokuşturup, 'çınnn' sesini duyduktan sonra tatmin ediyoruz. Hikaye gerçekten romantik ama işin aslı biraz değişik. Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip, onu ortadan kaldırmak için zehirli bir içki sunması görülmemiş bir şey değildi. Ev sahibi içkisinin zehirsiz olduğunu ispat etmek için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir miktarını kendi bardağına dökmesine müsaade ederdi. Her iki kişi de içkilerini aynı anda içerek birbirlerine olan güvenlerini gösterirlerdi. Misafir ev sahibine olan güveninin çok fazla olduğunu göstermek için bardaklar havada yan yana geldiğinde, kendi içkisinden onun bardağına bir şey dökmez, bardağını yavaşça onun bardağına vururdu. Duyulan 'çın' sesi gerçek bir güvenin ifadesi idi.
İnsanlar niçin içki kadehlerini tokuştururlar? Bu konuda daha güncel ve romantik bir hikaye var. Biliyorsunuz insanda beş ana duyu var: Dokunma, görme, koklama, tat alma ve işitme. Yemeğe gidilen bir restoranda şarap ısmarlanırsa, garson şarabı getirdikten sonra bardağa bir parmak koyar ve kontrol etmesi için doğrudan erkeğe uzatır. Hiç bir kadının da itiraz etmediği bu durum gerçekten anlaşılmazdır. Çünkü dünyadaki aroma ve tat alma uzmanlarının çoğu kadındır. Neyse biz gelelim restorana... Kadehin soğuk temasıyla dokunma duyusu tatmin edildikten sonra kadeh havalı bir şekilde göz hizasına kadar kaldırılıp şarabın rengine bakılır. Görme duyusu kontrolünden sonra kadeh burun hizasından bir sağa bir sola gezdirilerek koklanır. Minik bir yudum alarak tadını da algıladınız. Zaten şaraptan pek anlamıyorsunuz. Garsonun da mantarını açtığı şarabı kendisi içmezse başka birine verecek hali yok. Mecburen 'mükemmel' diyorsunuz. Ama hala bir duyu kaldı, işitme duyusu. İşte o duyuyu da kadehleri tokuşturup, 'çınnn' sesini duyduktan sonra tatmin ediyoruz. Hikaye gerçekten romantik ama işin aslı biraz değişik. Antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip, onu ortadan kaldırmak için zehirli bir içki sunması görülmemiş bir şey değildi. Ev sahibi içkisinin zehirsiz olduğunu ispat etmek için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir miktarını kendi bardağına dökmesine müsaade ederdi. Her iki kişi de içkilerini aynı anda içerek birbirlerine olan güvenlerini gösterirlerdi. Misafir ev sahibine olan güveninin çok fazla olduğunu göstermek için bardaklar havada yan yana geldiğinde, kendi içkisinden onun bardağına bir şey dökmez, bardağını yavaşça onun bardağına vururdu. Duyulan 'çın' sesi gerçek bir güvenin ifadesi idi.
31 Ağustos 2012 Cuma
16 Ağustos 2012 Perşembe
12 Ağustos 2012 Pazar
8 Ağustos 2012 Çarşamba
7 Ağustos 2012 Salı
4 Ağustos 2012 Cumartesi
1 Ağustos 2012 Çarşamba
21 Temmuz 2012 Cumartesi
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? Sevmek için güzele mi bakmalı? Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? Hırsızlık; para, malmı çalmaktır? Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? Solması için gülü dalından mı koparmalı? Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? Öldürmek için silah, hançer mı olmalı? Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
14 Temmuz 2012 Cumartesi
11 Temmuz 2012 Çarşamba
İngiliz komutan Atatürk"e Türkleri aşağılamak için bir yemekte şu sözleri söyler: Biz asil İngilizler şeref, onur ve asil kanımız için savaşırız, siz Türkler ise para ve toprak için savaşırsınız... ATATÜRK ise bunun üzerine güler ve şu sözleri söyler: "EVET HAKLISINIZ KOMUTAN. HER MİLLET KENDİNDE EKSİK OLAN ŞEY İÇİN SAVAŞIR..!
27 Haziran 2012 Çarşamba
* Buzlanmış yollara niçin tuz dökülüyor?
Kışın çok kar yağışı alan bir bölgede yaşıyorsanız, karayolları görevlilerinin yollardaki buzlanmayı gidermek için tuzu kullandıklarını görmüşsünüzdür. Ancak tuz aynı zamanda dondurma yapımında da kullanılmaktadır. Peki ama tuz, bu iki ters gibi görülen işlevi nasıl becermektedir?
Herkesin sandığının aksine tuz suyun içinde şekerin eridiği gibi erimez. Tuz buzun içine girince onu çözer. Tuz yine kalır ama buz çözüldüğü için artık o su değil, tuzlu sudur ve erime noktası saf sudan daha düşüktür.
Buzlanmış yollara tuz döküldüğü zaman, tuz önce buz ile çözümlenerek bir buzlu su tabakası oluşturur ve bu çözeltinin donma noktası düşük olduğundan, sıfırın altındaki sıcaklıklarda bile donmadan kalabilir. Günümüzde ABD'de üretilen tuzun yüzde 45'i yollardaki buzun eritilmesinde kullanılmaktadır.
Bilindiği gibi su, sıcaklığı sıfır dereceye varınca donar. Suya tuz ilavesi ile bu donma sıcaklığı da düşer. Suya yüzde 10 tuz ilavesi donma sıcaklığını -6 dereceye indirir. Yüzde 20 tuz karıştırılmış su ise -16 derecede donar. Ancak yolun veya buzun ısısı -16 dereceden de az ise artık tuzun erimede pek etkisi olmaz, sadece buzun üstünde kalarak tekerleklerin kaymasını azaltabilir.
Dondurma yaparken de karışımın çevresinde çok düşük ısıya ihtiyaç vardır. Dondurma karışımının etrafındaki ısının çok düşük olması, ancak bu düşük ısıda karışımın donmaması gerekir. Burada eklenen tuz karışımın sıfır derecenin altında bile donmadan dondurmanın oluşturulmasını sağlar.
Hatırlarsanız 'Titanic' filminde okyanus suyunun ısısı sıfırın birkaç derece altında olmasına rağmen, deniz suyunun yüzeyi, içindeki tuz nedeni ile hala donmamıştı.
* Niçin trafik lambaları kırmızı, sarı ve yeşildir?
Trafik ışıkları uygulaması, önceleri demiryollarının trenleri kontrol için uyguladığı sinyaller Örnek alınarak başlamıştır. Demiryolları idaresi kırmızı rengi 'dur' sinyali olarak seçmişti. Kırmızı renk kan rengi olduğundan asırlar
boyu tehlikenin, tahribatın ve ölümün simgesi olmuştur. Demiryolları ilk faaliyete geçtiği 1830'lu yıllarda 'ikaz' ışığının rengi yeşil, 'geç' ışığının ise beyazdı.
Bir süre sonra beyaz sinyal problem yaratmaya başladı. Beyaz renkli 'geç' sinyali diğer sokak lambaları ile karıştırılabiliyordu. Ama daha da kötüsü 'dur' işaretlerine konulan kırmızı mercekler yerlerinden düşünce ışık beyazlaşıyor, 'geç' sinyali olarak algılanıyor ve kazalara yol açabiliyordu.
Sonunda demiryolcular kırmızıyı 'dur', yeşili 'geç' sarı rengi de 'ikaz' sinyali olarak kullanmaya başladılar. Bilindiği gibi sarı, renk spektrumu içinde en göz alıcı renktir. Böylece makinist bir sinyalin bulunması gereken yerde beyaz ışığı görürse, bir şeylerin yanlış olduğunu anlıyor ve tedbirini alıyordu.
Karayollarına gelince, yollarda sadece atların ve at arabalarının bulunduğu tarihlerde bile dünyanın büyük şehirlerinde trafik sorundu. İlk trafik lambası otomobillerin ortaya çıkmasından çok önce 1868'de Londra'da kullanıldı. Gazla yakılan ve bir eksen etrafında döndürülebilen kırmızı ve yeşil lambalar bir yıl sonra patlayıp, kendilerini çeviren polisi de yaralayınca bu uygulama ortadan kalktı.
Ama öte yandan otomobillerin ortaya çıkması ve şehirlerde dolaşmaya başlamalarıyla birlikte durum iyice kötüleşti. Çeşitli şehirlerde değişik uygulamalar yapıldı. Demiryollarındaki uygulama örnek alındı ama demiryollarında birbirine paralel iki hat vardı. Bu sistem iki yolun kesiştiği kavşaklarda işe yaramıyordu.
Sonunda günümüzdekilere benzeyen ilk elektrikli otomatik trafik lambasını, ilkokul mezunu ve ABD'deki Cleveland'da otomobil sahibi ilk siyah olan Garrett Morgan geliştirdi. 1914'de ilk denemelerine başlayan Morgan 1923'de de patentini aldı. Morgan 1963'de ölümünden az önce patentini 40 bin dolara General Electric firmasına sattı.
Morgan'ın lambaları demiryollarına benzer şekilde bir "T" üzerinde kırmızı ve yeşil iki lambadan ibaretti. Çok geçmeden ikaz anlamında sarı lamba da ilave edildi ve uygulama bütün dünyaya süratle yayıldı.
Aradan geçen yıllara rağmen sarı renk hala 'ikaz' anlamındadır ama günümüz sürücüleri onu 'geç' sinyali olarak algılıyorlar.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)